Bir akademisyen olarak sizce aksayan akademik çalışmalar, temelde bu sorunları neden yaşıyor?
Her şeyin başı para ama son iki yıldır bu zincir kırıldı. Bazı projelerin insanlığa katkısı varsa değerlenmeye ve onay almaya başladı. Bu ümit verici bir şeydir. Bizim buradaki en büyük handikabımız bunların kimyasal maddeleri yurt dışından geliyor. Dolayısı ile gümrük vergisi çok yüksek. Yurt dışındaki meslektaşım benim 200 Euro’ya aldığım şahit maddeyi 30 Euro’ya temin edebiliyor. Bu da benim çalışmalarımın hacmini düşürüyor. Bilimsel çalışmalar için getirilen maddelerin vergilerinin kaldırılması lazımdır. Elbette durumları suiistimal edecek durumlar değerlendirilmeli ama bilimsel bir çalışma için kullanılacağı durumlarda da bunun önü açılmalıdır. Şahit maddelerden vergi alınması, çalışmalara çk büyük darbe vuruyor. İmkân kısıtlılığını aşabilmemiz için bu maddelerin sıfır gümrük vergisi ile getirilmesi gerekiyor. Nasıl, mücevher taşları sıfır vergi ile getirilebiliniyorsa, şahit maddelerinde aynı haktan yararlanması gerekmektedir. Bir diğer durum ise laboratuar alt yapılarıdır, biz iyi bir altyapı hazırladık. Biz kendi yağımızla kavrularak bir sistem kurduk, kurulan bu sistem kendi kendini döndürüyor. Bizim elimizdeki her alet edevat bilfiil işliyor. Boşta duran pasif hiçbir yer bırakmadık. Hiçbir zaman bizim laboratuarımız ölü yatırım değildir. Bizim hiçbir cihazımız yatmaz.
Doktora öğrencisi olduğunuz ve İstanbul Eczacılığın değerli hocası Turhan Baytop ile anılarınızdan bahseder misiniz?
Turhan Baytop hoca ile babam tanışıyordu. Bir jeepi vardı hocamızın. İzmir’e de gelirdi ve babamla araziye giderlerdi. Yer varsa ben de onlarla giderdim. Onlarla pek çok yere gitmişizdir. Turhan Baytop hoca ile doktora programına başladığımda bana kardelenleri verdi. Kardelenlerde büyük gelecek görüyordu. İzmir’den kardelenleri topladım. Onunla da yetinmedim yedi tane türü toplamak için Antalya ve Rize’ye de gittim. Hepsini topladım ve İstanbul Eczacılığa getirdim. Turhan Baytop’un o dönem Nurhayat Sütlüpınar, Afife Mat ve ben doktora öğrencileri idik. İzmir ile alakalı bir şey olduğunda Turhan hocam görevi hep bana verirdi. Hatta uçak bileti parasını kendi cebinden verir, git falan bitkiyi al gel derdi. Hatta bir seferinde uzun süredir aradığı ve bir türlü bulamadığı bir bitkiyi bulmam için beni İzmir’e gönderdi. O zamanlar cep telefonu yok tabi, merkeze geldim bir telefon bulup hocamı aradım. Hocam bitkiyi buldum dediğimde hocam heyecanlı ve endişeli bir ses tonuyla bitkiyi koparmadın değil mi? diye sordu. Ben de koparmadığımı söylediğimde hocamın sevinçle hemen oraya geliyorum dedi ve ertesi gün ilk uçakta İzmir’e geldi. Ben de bulduğum yere bir takım işaretler bırakmıştım. Bitkiyi bulduk. Her açıdan fotoğraflarını çektik. Sonra onu yarım metre dairesel olarak toprağıyla birlikte yerinden aldık ve torbaya yerleştirerek İstanbul’a getirdik. Bu bir Süsen türü idi. Tükenmeye yüz tutmuş endemik bir bitkiydi.
Bitkisel ilaçların kısa serüveninden bize bahseder misiniz?
Endüstrileşme devrimi içerisinde sentetik ilaçlar yapılırken, doğala bir yönelim olduğu gözleniyor. Total ekstreden kapsül ve benzeri formlar oluşturmuşlar. Ancak bitkisel kökenli ilaçlarda 1935’lerde tekrar bir iniş görülüyor. Çünkü bir yandan çok ciddi sentetik ilaç üretimi gerçekleştiriliyordu. O dönem ayakta kalabilenler kalmıştır. Bu durum 1970’lere kadar devam etti. Almanya sanayi devriminden dolayı zenginleşmeye başladı. Bu sefer zenginleşen kesim sentetik ilaçları elinin tersiyle itmeye başladı. Burada da bitkisel ilaçlar aynı teknoloji ile üretilmeye başlandı. Yani üretilen ilaç aynı, köken bitkisel mi olsun sentetik mi olsun durumu ortaya çıktı. Bu durumda da imkânı olan bitkisele yönelmeyi tercih etti. Sentetiğin de birçok yan etkisi ortaya çıktı. Avrupa ürettiği sentetik ilacı dış piyasaya sürerken, iç piyasada bitkisel kaynaklı ilaçları bulundurmaya başladı. Burada şunu da atlamamak lazımdır. Ben asla sentetik ilaç kullanılmasın demiyorum. Örneğin bir antibiyotik gerektiği durumlarda kullanılması zorunludur. Buna da ilaveten şunu da belirteyim antibiyotik çok dikkatli kullanılması gereken bir ilaç grubudur. Bakın kaçıncı kuşak antibiyotikleri kullanmaya başladık. Bu durumun da bir yerde bilinçli kullanıma dökülmesi gerekiyor.
Fitoterapi konusunda güncel projelerinizden bahseder misiniz?
60 kişilik gruplar halinde doktorlara fitoterapi eğitimi başlatıyoruz. Türkiye’nin dört bir yanından başvuru aldık. Bu alana doktorlar oldukça ilgi gösterdi. Eğitimi üç etapta ele alacağız. Endikasyona göre fitoterapi eğitimimiz ise oldukça kapsamlı olacak. Sadece onkolojide fitoterapiye girmeyeceğiz. Bir takım preparatlar piyasada bulunuyor olsa da bu konuya girmeyeceğiz. Biz hekime de eczacıya da fitoterapi eğitimleri verdik. Üstelik eğitimlerimize bu işe inanmayarak başlayan kişilerin, kurs sonunda fikirlerinin değiştiğini, fitoterapiye olumlu bakmaya başladığını gördük.
Hekimlerin fitoterapiye yaklaşımları gerçekte nasıl?
Türkiye’deki en büyük kavgamız, eczanede fitoterapi mi aktarda fitoterapi mi konusudur. Bazı hekimler tıbbi bitkileri çok basite alıyorlar. Bilimde önyargı yoktur, sorgulayıcılık esastır. Nedenlerini araştırarak sonuçlara ulaşmak gerekir. Ben bunu kabul etmiyorum anlayışı sizin bir misyona saplanıp, onun dışına çıkamadığınızı gösterir. Bu da bilim insanının içinde olabileceği bir durum değildir.
Bitkisel ilaçları nasıl değerlendirmek gerekir?
Bitkisel ilaç sentetik ilaç gibi değerlendirilmelidir. Biz eğitimlerimizde bu şekilde kendimize yön verdik. Endikasyonlar, kontrendikasyonlar, etkileşimler, kullanılamaması gereken durumlar göz önüne alınmalıdır. Bu şekilde bilimsel olarak yaklaşılmalıdır. Böylelikle biz de bu işi daha ciddi yapmış olacak ve ciddiye alınmış olacağız.
Bitkisel ilaçlardaki ciddiyeti arttırmak için neler yapılabilir?
Tüm bitkisel ürünleri eczaneye çekmeliyiz. Bunların fitofarmasötik olduğunu vurgulamalıyız. Gıda desteği olarak yaklaştığınızda iş sulandırılmış oluyor. Kutuya bakıldığında bir Sağlık Bakanlığı onayı görmek ayrıca güven verici bir durumdur. O zaman diyeceksiniz ki, aynı endikasyona sahip iki ürün arasında tek fark var; bu sentetik kökenden bu doğal kökenden, ikisi de aynı yerden onay alıyor. Ancak aradaki fark birinin bir diğer ürüne göre yan etkisinin daha fazla oluşudur.
Tam manası ile sentetik ilaç gibi olması gerekmektedir. Dozajı, miligramı ve etkisinin yazılması bitkisel ilaca güveni ve yönelimi arttıracaktır.
Bitkisel ilaç hazırlamada kullanılacak bir bitkide nelere dikkat etmek gerekir?
Bir bitkinin botanik tanımı çok önemlidir. Bitkiyi yalın halde ele alamazsınız. Yüzlerce türü olan bitkiler var. Topladığınız kekik hangi kekik, bunu bilmek zorundasınız, kekik adıyla bilinen birçok bitki var ve bunların içerikleri farklıdır. Onun için sokaktan toplanmaya karşıyız. Diyelim doğru bitkiyi topladınız, bu da yetmiyor. Toplanılan bitkinin taze olup olmadığı da önemlidir. Yol kenarından topladığınızda yine üzerine yerleşmiş olan toz ve toksik maddeler de sizin drog kalitenizi düşürür. Bu bitkilerin etki düzeyinin de tespit edilmesi gerekir. Bu yüzden kullandığınız ürünün standardize edilmesi önem arz eder. Yine Bir diğer önemli detay ise kullanılacak bitkilerin çok fazla güneşe maruz kalmaması gerekiyor. Bu bitkilerin güneşte kalması demek; uçucu yağların kaybolması ve bileşiklerin bozulması anlamına gelmektedir. Kala kala bir flavon bileşikleri kalırsa kalır. Aktarda bu iş hemen öğrenilecekse, biz de eczacılık fakültelerini kapatalım, farmakognozi kürsüsünü kaldıralım.
Aktarlar bu işin neresinde durmalı?
Geleneksel aktarcılık reddedilsin demiyorum. Elbette onlar da var olacak. Ancak söylemlerde ve satışlardaki sınırlar belli olmalı. Fitofarmakoloji diye bir kavram var. Bunun olduğu bir yerde aktarlar sınırlarını bilmelidir. O kadar büyük iddiaları var ki, imkânsızları mucize diye sunuyorlar.
Yurt dışından tohum getirtmek hususunda düşünceleriniz neler?
Tarım Bakanlığı’ndan beklediğimiz en büyük hassasiyet tohumlar noktasında. Aslında tohum bankaları var, hatta bununla ilgili tohum tedarik merkezleri var. Kendi tohumlarımıza sahip çıkmamız gerekiyor, bunlar bizim geleceğimiz. Türkiye bunun farkına yeni yeni varmaya başladı. Yıllar önce bir çalışmada tohum tedarik merkezine bir tohum için başvurduk ama elimiz boş döndük. Varsa bile ya buğday var ya mercimek var. Türkiye’de onca endemik bitki var, Türkiye buğday ve mercimekten ibaret değil. Tarım Bakanlığı aslında çok ciddi bir bakanlık. Çünkü biz bir tarım ülkesiyiz.
Toplum olarak, bu konuda yapılabilecekler sadece eczacı ve doktorlarla mı sınırlı?
Doğu Karadeniz yaylalarında endemik bir kekik türünü koyunlara yedirdiklerine şahit olduğumda dedim ki gelecek nesiller bizi çok kötü anacaklar. Bu yörenin insanı eti lezzetli oluyor diye koyunlarına timol oranı oldukça yüksek nadide kekiklerimizi yedirmeye devam ediyor. Oysa orada bilinçli bir oluşum olsa ve buna sahip çıkılsa, yöre ekonomisine katkısı olacaktır. O yaylalarda o kadar değerli bitkiler yetiştiriliyor ki, kimse daha bunun farkında değil.
Homeopatik ürünler konusunda ne düşünüyorsunuz?
Homeopati bir alternatif tedavidir. Benim kızım da bir dönem stresten dolayı homeopati tedavisi gördü ve olumlu sonuçlar aldık. Sağlık Bakanlığında da bu durum gündeme geldi ve homeopati burada kabul gördü. Şahsen benim görüşüm, homeopati ile eczacılar daha aktif ve daha zevkli bir rol üstlenecekler. Homeopatik ilaçları hazırlayıp, hastaya verecek ya da tarif edecekler. Bunun Türkiye’de yaygınlaşmaması ve sevilmemesi için hiçbir sebep yok.
Röportaj: Ayşe Esra GÜLER- Muhammed Harun BAYRAM
İVEK © 2016 / Sitemizdeki yazı, resim ve haberlerin her hakkı saklıdır. İzinsiz, kaynak gösterilmeden kullanılamaz.
ZeplinGo® | Web Sitesi Tasarımı ile hazırlanmıştır.
İLETİŞİM