Yard.Doç.Dr Mahmut Tokaç, vefatının ardından Fatih’teki Millet Kütüphanesinin eski müdürü Serhan Tayşi'yi anlattı. Gelin “Hâfız-ı Kütüb” ü hocamızın kaleminden tanıyalım.
M. Serhan Tayşi’nin Ardından
“İnna lillahi ve inna ileyhi raciuun... Millet Kütüphanesi müdürlerinden Mehmet Serhan Tayşi Rahmet iklimine göçtü... Cenaze namazı İkindiyi müteakiben Fatih Camii'nde kılınacak... Mevla gariki rahmet eyleye... Amin, ecmain Ya Muin...”
Coşkun Yılmaz’dan 27 Nisan 2015 günü akşamı gelen bu mesajla Fatih’teki Millet Kütüphanesinin eski müdürü “Hâfız-ı Kütüb” lakablı Serhan Tayşi ağabeyin vefatını öğrenince eski hatıralarım canlandı hafızamda.
Kendisini ilk defa Tarih öğretmeni Süleyman Zeki Bağlan -nâm-ı diğer “Ayaklı Kütüphane”- vasıtasıyla 90’ların başında tanımıştım. Kısık sesi ve nefes darlığı dolayısıyla kesik kesik konuşmasıyla bana ilginç gelen bu şahsı dinledikçe engin bilgisine hayran kalmıştım. Ama asıl tanışıklığım 1994 yılında İstanbul Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsündeki Deontoloji ve Tıp Tarihi doktora eğitimim sırasında İ.Ü. Edebiyat Fakültesinde Türk-İslam Bilim Tarihi dersi aldığım Ekmeleddin İhsanoğlu hocamın verdiği dönem ödevi dolayısıyla olmuştu. Ekmeleddin hoca bir tıp yazmasının tanıtılması konusunu bana ödev olarak verince ben de doğruca Serhan Tayşi merhumun yanına gitmiştim. O da bana oldukça küçük hacimli sayılabilecek olan, Sabuncuoğlu Şerefeddin’in “Mücerrebname” isimli eserini verdi. Aslında çok basit sayılabilecek bir ödev yapmış olmama rağmen bu ödevin benim için önemi, ilk defa bir elyazması eseri elime almış olmama vesile olmasıydı. İnsan yaklaşık 500 yıllık bir eseri eline alınca bir tuhaf oluyor. Ödevi hazırlarken oldukça zorlanmama rağmen müthiş keyif almıştım. Bu vesile ile Serhan Tayşi ile daha fazla görüşür olmuştum. Kitaplara olan düşkünlüğü, görevine bağlılığı, Kütüphanenin banisi Ali Emiri’den bahsederken kendinden geçişi bende Serhan beye karşı müthişbir saygı ve hayranlık uyandırmıştı.
Ödevimin basitliğine karşılık Ekmeleddin hocanın “Tezini de elyazmaları üzerine yaparsın.” deyişini “daha tezime çok zaman var” düşüncesiyle çok da algılamamıştım. Nihayet tez seçimi konusu ciddi olarak gündeme geldiğinde Ekmeleddin hoca ısrarla tezimi elyazmaları üzerine yapmamı önerdi. Konuyu Cerrahpaşa’daki hocalarıma açtığımda onlar böyle bir konu seçersem çok zorlanacağımı ve o döneme ait lugat bulamayacağımı söyleyerek vazgeçirmeye çalıştılar. Ben de bunun üzerine tereddütte kaldım. Manevi gelişimimde bana rehberlik eden ve el yazmaları konusunda uzman olan Prof. Dr. M. Es’ad Coşan hocama konuyu açtım. Onun da el yazmaları üzerinde çalışmamı tavsiye etmesi ve “Biz de yardımcı oluruz.” demesi üzerine tıbbi el yazmalarını çalışmaya karar verdim ve tez konusunu “Osmanlıca (Türkçe) Tıp Yazmalarında Cilt Hastalıkları” olarak seçtim. Böylelikle Serhan Tayşi ile daha fazla görüşmeye vesile olacak bir süreç başlamış oldu. Her çalışmaya gittiğimde Serhan beye uğrar, bir süre sohbetini dinlerdim.
Tezime başladığımda gördüm ki el yazmaları oldukça fazla ve tamamını incelemeye vaktim yeterli gelmeyecek. Ben de bir zaman sınırı koyayım dedim ve tezimi 14-15. Yüzyıllarla sınırladım. Planım gereği öncelikle İshak bin Murad’ın Edviye-i Müfrede isimli eseri ile çalışmama başladım. Fakat daha ilk andan itibaren oldukça zorlanmaya başladım. Hattâ bazen o kadar zorlanıyordum ki karamsarlığa düşüp tezden tamamen vazgeçmeyi bile düşünebiliyordum. Merhum Es’ad Coşan hocam 28 Şubat sürecinde zorunlu olarak Avusturalya’ya hicret etmek durumunda kaldığı için ondan da yardım alma şansım kalmamıştı. Uzun süre uğraşmama rağmen dişe dokunur bir mesafe alamamış olmam karşısında moralim bozulsa da Serhan beyle yapmış olduğumuz sohbetler beni motive ediyordu. Bir diğer motivasyon kaynağım da tez danışmanım Ayten Altıntaş hocamdı. Başta bu tezi seçmeme karşı gelmiş olsa da teze başladığımdan itibaren beni gayrete getirmekte oldukça mahirdi. Hiç dikkate alınmayacak kadar çalışma ile yanına gidip “Ben bu işi beceremeyeceğim galiba, bırakayım.” demeye niyetliyken, Ayten hocamın her zamanki heyecanlı konuşma üslubuyla “Aferin, çok güzel gidiyorsun, olacak bu iş” şeklindeki sözleri üzerine tezi bırakma fikrinden vazgeçip yeniden gayrete geliyordum.
Ülkemizin üstüne kabus gibi çöken, onbinlerce vatandaşımızın hayatını kaybetmesine sebep olan 1999 depremi benim için ise başka bir kapının açılmasına vesile oldu. Depremde bir çok bina gibi Millet Kütüphanesi de zarar görünce kütüphane çalışmaya kapatıldı. Serhan Tayşi bey, içeri girmesi engellendiği için kütüphanenin bahçesine attığı masasında yine çalışmalarına devam edecek kadar kütüphanesine düşkün bir insandı. Bense Millet Kütüphanesinin uzunca bir süre açılamayacağını anlayınca Süleymaniye Kütüphanesine yöneldim. Serhan Tayşi ve Necdet Yılmaz beylerin delaletiyle o zamanki müdür Nevzat Kaya üstad ile tanışıp Süleymaniye Kütüphanesinde çalışmaya başladım. Edviye-i Müfrede’nin Süleymaniye nüshasını elime alınca bir anda neye uğradığımı şaşırdım. Benim uzun zamandır üzerinde çalıştığım ve okumakta çok zorlandığım Millet Kütüphanesi nüshasının “harekesiz tâlik” yazılı olmasına karşılık Süleymaniye Kütüphanesindeki nüshanın “harekeli nesih” yazılı olması, benim kitabı elime alınca sanki Latin harfli Türkçe bir metni okur gibi okumama vesile oldu. Aslında Millet Kütüphanesinde çırpınışlarım beni öylesine pişirmişti ki, Süleymaniye Kütüphanesindeki eserleri bir çırpıda okur hale gelmiştim. Böylece 6 ay gibi kısa bir sürede tezimi tamamlayabildim ve “İlk Dönem (14-15. Yüzyıllar) Türkçe Tıp Yazmalarında Cilt Hastalıkları ve Tedavileri” başlıklı tezimi sunarak doktoramı bitirmiş oldum.
Cenazesi Fatih Camiinde Kılındı
M. Serhan Tayşi’nin Fatih Camiinde ikindi namazı sonrası kılınan cenaze namazı esnasında başlayan ve ince ince yağan yağmur rahmet kapılarının açıldığına işaret olduğunu düşündürdü hepimize. Özellikle tüm kitap dostlarının iştirakiyle kalabalık bir cemaatin katıldığı ve Ahmet Akın Çığman hocanın kıldırdığı cenaze namazından sonra yapılan duygulu konuşmada da belirtildiği gibi çok kıymetli bir kitap dostunu, eşi az bulunur bir değeri kaybettik. Bu vesile ile Serhan Tayşi ağabeye Allah’tan rahmet, sevenlerine sabırlar diliyorum. Bıraktığı kalıcı eserlerle (sadaka-i cariye) amel defteri hep açık kalacaktır. Mekanı cennet olsun.
M. Serhan Tayşi Hakkında Yayınlar
TRT Türk’de Devrialem programında M. Serhan Tayşi ile ilgili belgesel tadında bir haber yayınlandı. Haberin videosunun linkini veriyorum:
M. Serhan Tayşi üstadın hayat hikayesini merak edenlerin hatıralarının kaleme alındığı Ali Emiri’nin İzinde isimli kitabı okumalarını tavsiye ediyorum. Ayrıca 2010 yılında Keşkül Dergisinin 15. sayısında yayımlanan röportajı da öneririm. Röportajın baş kısmı aşağıdaki linkten okunabilir.
Tamamını okumak isteyenlerin ise dergiyi edinmeleri gerekecek.
Selam ve dua ile…