Fitoöstojenler, son yıllarda yapılan bazı çalışmalarla önem kazanmış ve üzerinde yoğunlaşılmış bir gruptur. Bir takım rahatsızlıkları önlediği ve menopoz semptomlarını giderdiği düşüncesi ile kullanılan fitoöstrojenler, günümüzde pek çok firmanın ürettiği formlarıyla eczanelerde bulunmaktadır.
Bazı çalışmalar çalışmalar fitoöstrojence zengin diyetle beslenen toplumlarda kardiovasküler hastalıklar, osteoporoz, göğüs, prostat ve barsak kanserleri ile ilgili şikayetlerin daha az görüldüğünü ve postmenopozal kadınlarda östrojen yetersizliğine bağlı semptomların daha hafif yaşandığını göstermiştir.
Etkisi nedeniyle üzerinde en çok çalışılan fitoöstrojenler izoflavonlardır. Bitkilerden izole edilen izoflavonların bir çoğunun östrojenik etkisi olmadığı, etkili olanların da östrojenik etkilerinin aynı olmadığı saptanmıştır. Örneğin genistein en güçlü östrojenik etkiyi gösterirken, soya izoflavonlarının % 5-10’unu oluşturan glisitein diğer izoflavonlardan çok daha zayıf östrojenik özelliğe sahiptir.
Bugün en çok kullanılan izoflavon kaynakları soya fasulyesinin işlenmesi ile elde edilen çeşitli ürünler olup, bunların başında soya unu, soya protein izolatları, tofu, soya sütü, soya yoğurdu ve soya şehriyesi gelir. Soya ürünleri dışındaki kaynaklar diğer kurubaklagiller, tam-tahıl ürünleri, simisifuga ve kırmızı yonca otlarıdır. Çalışmalar kuş üzümü ve kuru üzüm gibi küçük taneli meyvelerin ve soya unu içeren tahıl ürünlerinin de iyi fitoöstrojen kaynakları olduğunu göstermektedir.
Fitoöstrojenlerin en önemli aktiviteleri, östrojenik ve antiöstrojenik aktiviteye sahip olmalarıdır. Fitoöstrojenlerin östrojenik etkileri, ilk olarak 1946 yılında Batı Avusturalya’da, izoflavonca zengin bir çeşit yonca (Trifolium subterraneum) ile beslenen koyunlarda üreme bozukluğunun geliştiğinin fark edilmesi ile anlaşılmıştır.
Fitoöstrojenlerin, özellikle izoflavonların, antioksidan özellikleri in vitro ve in vivo çalışmalarla gösterilmiştir. İzoflavonlar, serbest radikalleri doğrudan veya enzimler üzerinden etkileyerek oksidatif DNA hasarını önleyebilirler. Diyetle alınan izoflavonların LDL oksidasyonuna karşı oluşturulan direnci artırdığı da bilinmektedir.
Fitoöstrojenler antiproliferatif özellikleri ile hücrelerin bölünerek çoğalmasını önler, antianjiogenetik etki ile de anjiogenezi baskılayarak tümör hücrelerinin metastaz yapmalarını azaltırlar. Dolayısı ile güncel kanser çalışmalarında da yerlerini almışlardır.
Fitoöstrojenlerin lipid profilini düzenleyici, LDL oksidasyonunu önleyici, endotel fonksiyonları geliştirici etkileri ile kardiovasküler hastalıklara karşı koruyucu olabileceği gösterilmiştir.
Sonuç olarak eczanelerden kolayca ulaşabileceğimiz ve de kontrolsüz olarak kullanımının yaygınlaşmaya başladığı fitoöstrojenler, kullanılan yerlerde herhangi bir toksik etkisi kanıtlanmasa da, konsantre preparatlar halinde tüketiminde ortaya koyacağı sonuçlar açısından net bilgiler içermemektedir. Pre ve postmenopozal etkilerinin farklı oluşu ve de özellikle göğüs kanseri üzerinde mevcut olan çelişkili araştırma sonuçlarıyla beraber kullanımında bilinçli olunması ve bir sağlık profesyoneline danışılması şarttır.
Ayşe Esra GÜLER
İVEK © 2016 / Sitemizdeki yazı, resim ve haberlerin her hakkı saklıdır. İzinsiz, kaynak gösterilmeden kullanılamaz.
ZeplinGo® | Web Sitesi Tasarımı ile hazırlanmıştır.
İLETİŞİM